Turk Ay yildiz Admin
Mesaj Sayısı : 1545 Tecrübe Puani : 2953 Aldigi Tesekkürler : 58 Kayıt tarihi : 31/12/13
| Konu: 12 eylüllerin karanlığında insan olmak !!! C.tesi Ocak 04, 2014 12:09 pm | |
| 12 eylüllerin karanlığında insan olmak !!! - Alıntı :
- 12 Eylül darbesinin öncesini sonrasını tahlil etmeden, kurulu düzenin niçin darbeye sığındığını sormadan, darbenin bu toplumun sosyal dokusunda açtığı tahribatı göz önünde bulundurmadan, 12 Eylül darbesini dosdoğru sorgulamak mümkün değildir. “Kurtarıcılar” tarafından “kurtarılmış” bir ülke, kimden kurtarılmıştır? Öyle ki: Askeri darbeye alıştırılan toplumlar için darbe bir gelenektir ve sorunlar yalnızca darbe ile telafi edilebilir…
Hani bir program yapılmıştı da, geleceğin emanetçisi üniversiteli(!) gençler, -muhtemelen ayıklanmış olanları-, alkış üstüne alkış tutmuştu, Kenan Evren’e… Ne hazin bir manzaraydı ya Rabbi! Esasında bu ülkede şaşırılacak bir şey kalmadığı için, normal karşılamak gerekiyordu bu tutumu! Ben de öyle yaptım ve oradaki nesildaşlarımın kulaklarını çınlattım gece boyunca… Ne de olsa sevgili nesildaşlarım, hedoizme ve konformizme yatkındı. 12 Eylülün acısını hissedebilmek için 12 Eylülde doğmak gerekmez. Azıcık insanî hassasiyet yeterli olabilir pekâlâ! Demek ki 12 Eylül sonrası doğmak suç sayılmamalı… Kuşkusuz, “kayıp kuşak” olarak adlandırılan 12 Eylül kuşağı, öyle ya da böyle, en azından bir şeyleri değiştirebilmek temennisi güdüyordu. Esasında kaybolanlar, darbe sonrası “cellâdına âşık” olanlardı… Bu durumda, KİM KARIŞTI, KİM BARIŞTI? Her neyse, gelelim sadede. İftar sonrası bir köşeye çekilip, oturduk ve yaşının büyük aklının küçük olduğuna karar verdiğim büyüğümle(!), memleket meseleleri üzerine konuşmaya başladık. Parti patırtı dırdırları, muhabbeti iğdiş etmiş; konu hakkındaki malzemeleri tartmaksızın bir tartışmaya girişmişti benimle. “AKP şeriat getirecekmiş, demokrasi tehlikedeymiş ama asker kulağını çekmeliymiş onun...” Değirmene su taşıyordu! Yine şaşırmadım: “İşte mermer, işte kafa!” Bu tip taarruzların malûm partiye seçim zamanında oy olarak yansıdığından bahsetsem, malûm partinin sempatizanı oluverecektim oracıkta! Çünkü sahiden, etiketlemek, bu ülke insanının en büyük hastalıklarından biridir. Düşünce tembelliğinden sirayet eden fikirsizlik sefilliğine muhatap oluyor insan! “Şartlanmayın şu tip korkulara, şeriat helal ve haramı birbirinden ayırır, demokrasiye inanıyorsanız seçim sandıklarına yönelin, laikliğin din ve vicdan hürriyeti olduğuna inanıyorsanız, dinlileri ve vicdanlıları rahat bırakın” dedim ki, İran adlı ülke yâd edildi anında! Türkiye İran yapılacakmış… Beğenmedikleri İran kadar bağımsız olabilmişler mi acaba? Ne diyebilirdim başka, bir bildiği vardı herhalde. Çünkü nesiller, böyle büyütülüyordu bu ülkede: “Bir bildiği vardır!” Fakat gözlemlediğim kadarıyla, tabular, totemleri doğurmaktaydı. Bir müddet sonra ise, ne anlatırsanız anlatın, boş… Bu tip şeylere rastladığımda, niye mecbur kalıp, kalp kırıyorum ki? Tane tane, incitmeden, hoş görerek mi izah etmeliyim durumu? Hayır, hayır, bu denli tahriş olmuş tek tipleştirici bir zihin, şartlanmışlığı dışında neyi algılayabilir? Gülüp geçerek, sokakla herhangi bir tartışmaya girişmek istemiyorum açıkçası. Çünkü konu AKP-CHP dırdırına sıkışıyor oracıkta. Sevgili ülkem, sahte kutuplaşmaları pek seviyor. (…) YA HU bahane mi, “benim 12 Eylül darbesinde doğmamam, insanların malûm kamplaşma neticesinde kan akıtması, memleketin yaşanmaz bir hale gelmesi falan!” Gören de var ya, zannedecek, 12 Eylül sonrası Türkiye güllük gülistanlık… Madem AKP’nin zenginlerinden yakınıyorsun; zamanında, hemşericilik hesabı oy verdiğin, mesut ve bahtiyar partinin yürüyen cüzdanları niçin gelmiyor aklına, ey “ulusun bekçisi!” Sonra düşündüm de… SİSTEMİN İNTİKAMI’nı suratına çarpsaydım, akledebilir miydi acaba: - Sistem açısından, “görünür düşman” Komünizm ile “sözü edilmeyen düşman” Milliyetçilik arasında fark var mıydı? - Amerikalılara göre 12 Eylül; mevcut düzenin devamını, yâni “ABD’ye olan bağlılığın devamını” sağladı. - “Marksizm ve kapitalizme aynı derecede karşı olunduğu” ******çülüğün temel ilkelerinden biri olduğu halde, “******çü 12 Eylülcüler”(!) memleketi kapitalizmin vahşi ellerine teslim etti. - 16 Ekim 1980 günü, zamanın NATO Başkomutanı Orgeneral Bertrand Rogers Ankara’ya geldi. Kenan Evren’e bakılırsa, Rogers ve Evren, oturup “asker askere” görüştüler ve bu arada Rogers da “Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne Türkiye’nin izin vermesi” halinde “geriye kalan Türk-Yunan ihtilaflarının görüşülmesi için Yunanistan’ın hiçbir ön şart ileri sürmeden masaya oturtulacağı” na dair “asker sözü” verdi. - 27 Mayıs ihtilalinde “bir Albay”, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’nın içinde –en gizli bölümlerinde- görev yapan “Amerikalı istihbarat elemanları” nı bakanlıktan kovduktan birkaç ay sonra 13 Kasım 1960’ta “ülkesinden uzaklaştırıldı.” - Bakalım Spain’in(Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi) en büyük korkusu neymiş: Her on yılda bir askeri müdahaleye yol açtınız, ama memleketi de Alparslan Türkeş’in eline teslim etmediniz. Türkiye’yi Kaddafiler yerine, hep üç aşağı beş yukarı aynı eğilim içerisinde seyreden liderlere yönettirdiniz. - 12 Eylül’ün icadı olan ‘moda deyim’le ‘terörün taraflarından biri olan Ülkücüler’ sahnede yok ama, güneydoğuda ‘PKK cirit atıyor.’ Hani, her solcuya karşılık bir de Ülkücü ‘asılınca’ bu ülkede terörün zerresi kalmazdı? (Sezgin, Ferruh. Yayınevi: Bilge Karınca) (…) Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’a şöyle iletilmişti haber: “Bizim çocuklar işi bitirdi.” Öyle ya… ABD, dönemin İran ve Afganistan karışıklığından sonra yeni bir istikrarsızlık abidesi istemiyordu! Varlığımız Amerikan menfaatine armağan olmalıydı… Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze, “Bizim çocuklar işi bitirdi” haberine ise, şöyle cevap vermişti: “Bu haberi sekiz aydır bekliyordum.” Türkiye’de ise darbe heyetinden bir paşa şöyle demişti: "Bir yıl önce planlamıştık, ama şartların olgunlaşmasını bekledik." Ülke bütünlüğü korunmuş, milli birlik ve beraberlik sağlanmış, muhtemel bir iç savaş ve kardeş kavgası önlenmiş, devlet otoritesi ve varlığı yeniden tesis edilmiş, demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepler ortadan kaldırılmış… İnsanlar ÖRGÜTSÜZLEŞTİRİLMİŞ, tüm siyasi partiler, dernekler kapatılarak, insanlar gözaltına alınmış, fişlenmiş, sakıncalı olduğu için işinden atılmış, yurt dışına sürülmüş, işkencehanelerden geçirilmiş, idam edilmiş-ti! Bu durumda, bir an önce cadde ve bulvar isimleri Kenan Evrenleştirilmeliydi. Ve bir müddet sonra… Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından atanan “Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal, IMF tarafından dayatılan ekonomik programı 24 Ocak 1980"de kamuoyuna açıkladı.” Sağımız, solumuz sobelenmişti artık. “Olmasaydı sonumuz böyle…” Bir nesil öldü, bir nesil doğdu! E tabi dedim; Mamak’ta tenasül uzvuna kadar işkencelerden geçirilen, idam sehpalarında sallandırılan, Diyarbakır’da insan dışkısı yedirilen, o sol görüşlü çocuk gibi yaşı on sekize yükseltilip idam ettirilen SEN DEĞİLDİN! Bir gün içinde getirilen barışı(!) sorguladınız mı hiç? Ya da olgunlaştırılan(!) şartları… Ya da PKK adlı cinayet şebekesinin ortaya çıkarılışını… (…) “Bugün, dünün devamıdır” derler. 12 Eylül sonrası toplum yeniden şekillendirildi. Aziz Nesin’in de ifadesiyle, “Bütün taksiler sarıya boyandı, her birine taksimetre takıldı.” Fiziki ve psikolojik işkence sonrası öz vatanında hükümsüzleştirildi insanlar… Kültür emperyalizminin yoğun propagandası, Türk’ü Türk’e yabancılaştırdı. Güce tapan bireyler haline getirildik. “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” di artık… Ve bu ülkede 1982 Anayasası yüzde 92 oyla kabul edildi. Sonrasında, 12 Eylül darbesine dair Ankara’da düzenlenen bir panelde şöyle dedi Aziz Nesin: “Türkiye’nin yüzde 60'ı *****dır.” Gerçi yüzde 92 diye geçmişti içinden, ama ağzından yüzde 60 çıkıvermişti işte… 13 Eylülde önlenen iç karışıklık(!) sonrasında, Türkiye’de neler olup bittiğinden habersiz olanlar, 12 Eylülü yalnızca “önlenen iç karışıklık” şeklinde yorumlamaya mahkûmdur. 12 Eylül öncesinde HER TÜRLÜ EMPERYALİZME kafa tutulan bir Türkiye, tehdit oluşturmaya başlamıştı açıkçası. Sonrası malûm… İDEOLOJİSİZLİK İDEOLOJİSİ 12 Eylül sonrasının mahsulüdür. (…) 12 Eylül darbesini savunurken, yaşanan insanlık dışı uygulamalara ağız burun oynatmak, insani bir tepki olmamakla birlikte, bir İNSANLIK SUÇUDUR kanaatimce. Tek kurtuluşun darbe olduğuna şartlandırılan zihinler, “soğuk savaş yıllarının sıcak savaş mağdurlarını” nasıl anlayabilir? Hâlbuki 12 Eylül darbesi, derdi olan her insanın üzerinden palet palet geçen tarih... 12 Eylül’ü unutmak propagandası ise, 12 Eylül’den sonra doğanlara enjekte edilen bir zehirde ibaret! Esasen 12 Eylül sonrasının ideolojisizlik ideolojisi, Kariyerizmdir: “Başarıya giden her yol mübah!” Mutlu olanlar, Ne mutlu Türk’üm diyenler değil, MUTLU AZINLIĞI oluşturan, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ideolojisinin ideolojisizleridir. Uyutulan yığınların meşguliyeti; tribün doldurmaktır, mülkü kutsamaktır, fikir çilesini ötelemektir, en kısa yoldan en kısa zamanda köşe dönüp, şöhrete kavuşmaktır, kadına, modaya ve eşyaya kul olmaktır, hayatı anlamsızlaştırarak yaşamaktır… Elbette ki 1980 öncesinin Türkiye’si filozoflar ülkesi değildir, ama bu denli bir pespayelikte yaşanmamıştır muhtemelen. Dünya görüşünü benimsemesem de; Yılmaz Güney, 12 Eylül darbesinin ardından şöyle diyor: “Türkiye’de insanlara, özellikle de sizin gibi genç insanlara çok iyi yaşama koşulları hazırlanmazsa, siz orada ne olursunuz biliyor musunuz? Bu dinamizmle gangster olursunuz. Kabadayılık hastalığına tutulur, hapishanelere düşersiniz. 20 sene, 30 sene… Kiminiz ölür, kiminiz kurşunlara dizilir, kiminiz bir kadına hasta olur, orada genelevin önünde, barın önünde vurulur… Kiminiz esrar kaçakçısı, kiminiz sigara kaçakçısı olarak kaldırımlarda ölürsünüz…”
afşin selim millet haber
- Alıntı :
| |
|