Milli Benlik
(H. Nihal ATSIZ)
Yirminci asır medeniyeti ve Avrupa milletleri ile temasa gelen insanların birçoğunda millî benlik hissinin sarsıldığını görüyoruz. Şüphesiz yüksek duygulu olan her medenî insan Avrupa ve Amerika’nın yüksek ilmini ve ince tekniğini görünce onlara karşı takdir ve hürmetle karışık bir hayranlık duyar. Fakat birçokları bu kadarla da kalmayarak onların dinî, siyasî, içtimaî ve iktisadî ahlâklarına ve bütün insanlık hasletlerine de hayran kalarak kendi milletimizi ve kendi millî benliğimizi hiçe saymaya başlıyorlar. Bunların içinde derin bir göğüs geçirerek “onlar nerde, biz nerde?”.. diyenler bulunduğu gibi, kendinden geçerek ve her şeyi unutarak Avrupa ve Amerikalılara tapınanlar ve birkaç yıl yabancı memleketlerde kaldıktan sonra, bir vazife almak üzere vatana döndükleri zaman derin bir inkisara düşenler ve hatta ağlayanlar da vardır.
Bu ileri medeniyetlerin ihtişamı ile gözleri kamaşan ve millî benliklerini kaybeden insanlara acımamak elimizde değildir. Fakat onlara yalnız acımak da kâfi değildir.
Eğer, Türk milleti Garpteki milletlerden sefil, perişan, yoksul ve geri ise bu kabahat ne onda ve ne de bizdedir. Ancak geçmiş zamanlarda bu milleti zincirleyen ve süründüren haricî ve dahilî siyasetlerde, fenalıklarda ve nihayet muahedelerde ve münevverlerdedir.
Eğer bugün Avrupa ve Amerikalılara şuursuz bir budala aşkı ile bağlanmıyor da onların insanlığına hayran yaşıyorsak, bu zavallılığına ve geriliğine hükmettiğimiz Türk milletini de o seviyeye çıkarmak en büyük insanlıktır.
İyiliklere ve güzelliklere hayran kalarak, zavallıları ve mustaripleri unutan ve hiçe sayanlar, ancak cılız enerjili ve kısır ruhlu insanlardır. İnsanlığımızda kuvvetli, soy ve cins isek, millî benliğimizi kaybetmeden, âcizlere ve miskinlere yakışan hüsranlara ve inkisarlara düşmeden, bu yüksek gördüğümüz milletlere ve memleketlere doğru hamle yapmak mecburiyetindeyiz.
Halbuki millî gayretlerimiz bu kadar sade ve basit bir acıma hissine ve bir misyoner sevgisine muhtaç kalacak kadar da düşkün değildir. Davamızda hakikat, kuvvet ve asalet vardır.
Türk milleti, Avrupa ve Amerika’da bulunmayan birçok cevherlerin, faziletlerin ve asaletlerin kaynağıdır. Nitekim bugünkü hayatî kudret ve kabiliyetimiz de Avrupa ve Amerikan kafalarının ve zihniyetlerinin ümidi hilâfındadır. Onlar bize yıllardan beri öldü ölecek, gömüldü gömülecek diyorlardı. Fakat bugün her zamandan daha hür ve gür bir sesle bir varız, biz yaşıyoruz ve biz yükseleceğiz diye haykırabiliyoruz.
Türk milleti de Türk vatanı gibi, iyi tetkik edilmemiş olduğu için onun maddî ve manevî hazinelerinden habersiz yaşıyor, millet ve memleketimize yabancıların gözleri ve zihniyetleriyle baktıkça aldanıyoruz.
Irkî asaletimiz, enerjimiz ve insanlık meziyetlerimize dünya milletleri ve büyükleri hayran kalırken, bizim kendi milletimizi hiçe saymamız ve kendi kabiliyetlerimizden ümit kesmemiz eğer fena bir kasda makrunsa alçaklık, böyle bir niyete matuf olmadan inanılmış ise kör gözlü bir budalalıktır.
Dikkat ediniz… Avrupa ve Amerika’nın tabiiyet ve muhaceret hareketlerini gösteren istatistiklerine bakınız. Orada Suriyeli Araplara Arap yerine sadece Suriyeli dendiğini göreceksiniz. Çünkü gördükleri insanlarda tarihî bir ırkın meziyet ve hassalarını bulamamışlar ve o insanlara Arap diyememişlerdir.
Yine birçok yerlerde Rumlar, Ermeniler ve hatta Mısırlılara levanten dendiğini okuyacaksınız. Bunlara da bir millet namını vermeyi çok görmüşlerdir.
Halbuki bu topraklardan giden, oralardan geçen veya kalan herkese Türk derler. Geçmiş zamanlarda biz kendi kendimizi Osmanlı diye avutur ve milliyetimizi hiçe sayarken de onlar bize Türk derlerdi. Nitekim Japon çocuklarına da her yerde Japon derler.
Biz Türküz. Tarihimize ve en yakın mazimize dayanarak Türküz der ve bundan haklı bir iftihar duyarız.
En uzak köşelerde, Cenubî Amerika sahillerinden uzak şehirlerde yaşayan Türkler vardır. Onlar her yerde millî benliklerine uygun işler bularak asil, temiz ve dürüst olarak yaşarlar. Fakat başka milletlerden birçoğu, aynı memleketlerde ekseriya zabıta vukuat listelerini dolduran unsurlardır. En dürüstleri de umumî evler ve müesseseler işletmekle meşguldürler. İşte bu vaziyetleri gören ve bilen ecnebiler onlara kendi milletlerinin isimlerini vermemişler ve daha doğrusu tarihî bir ırk olarak kabul edememişlerdir.
Şu halde bu milleti, en uzaktakilerden en yakın milletlere kadar herkes tanır. Temas fırsatına nail olanlar ise, daima millî benliğinin ve asaletlerinin hayranı kalmışlardır. O kadar asil bir milletiz ki, insanların en çok vahşileştiği bir sahne olan muharebe meydanlarında bile insanlığımızı kaybetmez ve kendimizi karşımızda cephe tutan düşmanlara da sevdiririz.
Bir millet, tarihî, iktisadî ve siyasî birçok düşmanlıklar, fenalıklar ve idaresizlikler yüzünden yoksul düşmüş ve geri kalmış bulunabilir. O milletin bunu gören, duyan ve acıyan evlâtlarına düşen birinci vazife, bu asaleti çamurlardan ve sefaletlerden kurtarıp çıkarmaya ve yükseltmeye çalışmaktır. Bu da ancak millî benliğimize ve millî enerjimize inanmakla olur.
Millî benliğe inanmak, Türk milletinin mukaddes haklarına, faziletlerine, kabiliyetlerine, cevherine ve asaletlerine inanmak demektir.
Buna iman edenler, memleketimizin ilmini ve tekniğini yükseltecek büyük muvaffakiyetler için çalışır ve insanlıklarını gösterebilirler. Fakat milletini tanımadan, ona kabiliyetsizlik ve iptidaîlik izafe ederek çıktığı kabuğu beğenmeyen ve yabancıların reklâmını yapmakla geçinen soysuz dejenereler, hiçbir millete intisabı olmayan vatansızlardır. Bunlara biz de levanten der geçeriz.
Milletimiz, ne fedakârlıkta, ne milletseverlikte, ne yaratıcılıkta ve ne de müminlikte hiçbir milletten geri değil ve hatta ileridir.
Türk milleti hiçbir şeyi kendi felsefesi ve kendi düşüncesiyle tartmadan körükörüne kabul etmez. Ancak yaygaralı yavelerle cemiyeti karıştıran ve bulandıran bezirgân ruhlu milletlerden değildir. Onda büyük ve çelik Türk sükûnu ve kuvveti vardır.
İtaati, kör bir tapınma değildir. Kendinden büyüklere karşı duyduğu tavazuun sâkin bir ifadesidir. Türk milleti en yüksek izzetinefse maliktir. Muvaffak olmak için didinmekten ve yaşamak için ölmekten çekinmez. Asrî ilimler ve vasıtalarla onu techiz ettiğimiz gün, en büyük istikbale namzettir.
Bundan gafil olanlar, siyasî dedikodulara karışmadığı için onu duygusuz, reaksiyonsuz, geri ve iptidaî bir millet sanan ve yabancı milletlerin yaygarası ile gözleri kamaşan insanlar, tarih okumuyorlarsa en yakın maziye baksınlar. Dün sultanlara taptığı zannolunan bu millet, millî mevcudiyetini tehlikede görünce bir kumandanın emri altına girmiş, hayatını ortaya atarak istiklâlini ve istikbalini kazanmıştır.
Dün tembelliğinden bahsolunan bu millet, kendine göre en ağır vergileri ödeyen millettir.
Bu hakikatların sebebini anlamak, bu anlaşılmaz hadiseleri izah etmek için Türk köylerine sokulmak; köy kahvelerinde ve onların karşısında imtihan olmak, onların ihtiyaçlarına cevap vermek için çalışmak lâzımdır. Kısa söyleyelim: Türk benliği ile karşılaşmak ve kaynaşmak lâzımdır.
Millî benliğimize inanalım. Milletimize tapalım.
Nihal ATSIZ, Atsız Mecmua, 1931, Sayı: 7