Ermenistan'a mesaj: Türkiye'ye sıfır bedelli politika uygulanamaz!
ABD büyükelçisi olarak Türkiye'de başarılı bir görev yapmış olan Mark Parris, Wall Street Journal'de yayımlanmış olan makalesinde, Temsilciler Meclisi'ne sunulmuş olan Ermeni soykırım tasarısının kabul edilmesinin Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan gerilimi büsbütün artıracağını ve Washington'a öfkelenen Ankara'nın ABD'nin sadece Irak'taki durumunu değil tüm bölgedeki çıkarlarını olumsuz yönde etkileyebileceğini vurguluyor.
Büyükelçi Parris'in değerlendirmesi tamamlanmaya muhtaç. Çünkü, söz konusu karar tasarısının kabul edilmesi, sadece ABD değil, Türkiye açısından da ciddi sorunlar yaratacak bir nitelik taşıyor. Şu anda Türkiye ile ABD arasında yoğun bir diyaloğu gerektiren yaşamsal önemde ve acil meseleler var. Soykırımı kararının kabul edilmesinin ilişkilerdeki atmosferi zehirleyerek sözünü ettiğimiz acil konuların ele alınmasını engellemesi veya geciktirmesi Türkiye'nin ulusal çıkarlarına zarar verecek ağır bir tehlike oluşturuyor. Tabiatıyla, soykırımı iddiasına yönelik kararların yabancı ülke parlamentolarına sunulması, Türkiye'nin kararın geçmesi halinde ne gibi yaptırımlara başvurabileceği tartışmasını da gündeme getiriyor. Ancak, bu tartışma sırasında daima bir husus gözden kaçırılıyor. Bu da, Türkiye'nin soykırımla suçlanmasına yönelik faaliyetlerin arkasındaki esas güç odağının Ermenistan hükümeti olduğudur. Ermeni diyasporası eskiden olduğu gibi Ermenistan'dan bağımsız faaliyet sürdürmüyor. O dönem geride kalmıştır. Şimdi Ermenistan'ın büyükelçileri her bulundukları ülkede diyasporayı Türkiye aleyhindeki faaliyetlerinde örgütlemekte ve yönlendirmektedir. Yani Türkiye'ye verilen zararın esas sorumlusu Ermenistan'dır. Bu bakımdan yaptırımların esas muhatabının Ermenistan olması gerekir. Deveciyan: Türklerde mukabele cesareti yok Ancak, yaptırım konusunda Ermenistan'ın Türk hükümetini hiç ciddiye almadığı da bir gerçek. Nitekim, geçen yıl Fransa Millet Meclisi'nin Ermeni soykırımını reddetmeyi hapis ve para cezasıyla cezalandırmayı öngören yasa tasarısını kabul ettiği oturumda söz alan iktidar partisinden Ermeni asıllı milletvekili Deveciyan, Fransa'nın Türkiye tarafından kendisine karşı ekonomik ve ticari alanlarda misilleme yaparak zarar verebileceği hususunda hiçbir endişesi olmaması gerektiğini, çünkü Türklerde yaptırım uygulayacak siyasi irade ve cesaret olmadığını belirtti. Sonra da, söylediğine kanıt olarak şu açıklamayı yaptı: "2001'de Fransız Parlamentosu soykırım yasasını geçirdiği zaman Türkiye Fransa'yı, Fransız mallarına karşı boykot ve diğer ticari ve ekonomik yaptırımlar uygulamakla tehdit etti, ama sonuçta bir şey yapamadı". Deveciyan'ın bu ifadeleri, diyaspora ile Ermenistan'ın gözünde, Türkiye'nin kendisine karşı "sıfır bedelli politika" uygulanabilecek ve kendisine yapılan haksızlık ve kötülüklere mukabele etmekte aciz kalacak bir ülke olarak değerlendirildiğini ortaya koyuyor. Türkiye'nin, Ermeni soykırımı iddialarıyla mücadelede önce Erivan'ın bu inancını kırması ve Türkiye'ye verilecek her zararın bir karşılığının olacağı ve Ermenistan'ın da canının acıyacağını kanıtlaması gerekiyor. Bunun nasıl yapılabileceğine aşağıda değineceğiz. Ancak, önerilerimizin iyi anlaşılabilmesi için, Türkiye'nin, bağımsızlığını kazanmasından sonra Ermenistan'a yönelik politikasına bir göz atılması yararlı olacaktır. SSCB'nin dağılması ve 14 diğer cumhuriyetlerle birlikte Ermenistan'ın da bağımsızlığına kavuşması, bu ülkenin tanınması ve onunla diplomatik ilişkiler kurulması gibi duyarlı sorunları birden Türkiye'nin gündemine getirdi. Bu konularda karar alma sürecinde o zaman iktidarda olan Demirel hükümeti, ana hatları şu şekilde özetlenebilecek, gayet olumlu bir yaklaşım benimsedi: Ermenistan üzerindeki Sovyetler Birliği etkisi kalktığına göre, bağımsız Ermenistan yöneticileriyle akılcı bir diyalog başlatılması mümkün olabilecek ve Ankara-Erivan ilişkilerinin gerçekçi, barışçı ve iki ülkenin yararlarına hizmet edebilecek bir temele oturtulabilmesi sağlanabilecekti. Esasen, denize sahili olmayan, ekonomik bakımdan büyük sıkıntılar içinde bulunan ve çevresindeki ülkelerle sorunları olan Ermenistan'ın Türkiye ile iyi komşuluk ilişkilerine her bakımdan ihtiyacı vardı. Türkiye Ermenistan'ın gıda maddeleri ihtiyacını kesintisiz ve ucuza sağlayabilir, elektrik enerjisi alanındaki açığını karşılayabilirdi. Bunlara ilaveten Türkiye, Alican ve Akkaya sınır kapılarını açarak Ermenistan'ın Trabzon limanı üzerinden dünyayla ticari bağlantılarını en ucuz ve elverişli şekilde sürdürmesini sağlayabilirdi. Tabiatıyla, ilişkilerin böyle olumlu ve uyumlu bir şekilde gelişmesinden Türkiye'nin yararlanabilmesi, ancak, Ermenilerin öteden beri Türkiye'ye karşı yönelttikleri asılsız soykırım suçunu dünya kamuoyu önünde tarihe gömmeleri halinde mümkün olabilecekti. Sovyetler Birliği, Ermenistan'ı boyunduruğu altında tutmak için, onun Türkiye'ye karşı toprak taleplerini canlı tutmaya özen göstermiş ve bu hususta Erivan'a destek vermişti. Değişen dünya koşullarında, Türkiye ile Ermenistan arasında pekişecek güven ortamında bu sorunun da üstesinden gelinmesi olanaksız değildi. İşte bu görüşlerle Demirel hükümeti, 16 Aralık 1991'de, SSCB'den bağımsızlıklarını kazanan tüm cumhuriyetlerle birlikte Ermenistan'ı da tanıma kararını aldı. Bu şekilde Türkiye, ABD'den iki gün önce Ermenistan'ı tanıyan ilk ülke oldu. Bundan sonra Türkiye, ciddi ekonomik güçlüklerle kıvranan Ermenistan'a kapsamlı insani yardımda bulundu, buğday ve gıda maddeleri yardımı yaptı ve elektrik ihtiyacını karşıladı. Ankara, bunlara ilaveten sınır ticaretinin başlatılması ile karayolunun açılmasını da gündemine aldı. Bu sıralarda Erivan'dan sağduyulu ve etkileyici bir ses geliyordu. Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan, "Ya geçmişte yaşamaya devam edeceğiz, ya da çocuklarımıza iyi bir gelecek hazırlayacağız. Ben çocuklarımıza iyi bir gelecek hazırlamayı tercih ediyorum." diyerek, Ermenistan'ın çıkarının, tarihsel düşmanlığın bir tarafa bırakılıp Türkiye ile işbirliği üzerinde odaklanılması olduğu mesajını veriyordu. Türk hükümeti, Ermenistan'ı tanıma kararını alırken bunu bazı koşullara bağlamayı da ihmal etmemişti. Nitekim, Başbakan Demirel'in 24 Aralık 1991'de Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan'a göndermiş olduğu mektupta şu ifadeler yer almaktaydı: "Hükümetimiz, Ermenistan'ı tanırken, Ermenistan'ın Türkiye ve diğer komşuları ile ilişkilerinde uluslararası hukukun temel ilkelerine ve özellikle toprak bütünlüğüne saygı ve sınırların değişmezliği ilkelerine bağlı kalacağı, iyi komşuluk ilişkilerinin tüm gereklerini yerine getireceği ve davranışlarının bu doğrultuda olacağı anlayışı içinde hareket etmiştir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin bu temel ilkelere saygı ve ortak yarar temelinde tesis edilip geliştirilebileceğine inanıyorum." Ancak, Türk düşmanlığına odaklanmış Taşnak Partisi'nin Petrosyan üzerinde artan baskıları bu mektubun yanıtlanmasına imkan vermediği gibi, Taşnaksutyun (Devrimci Ermeni Federasyonu Partisi) üyelerinin etkisi altında Ermenistan Parlamentosu, Şubat 1991'de Kars Anlaşması'yla belirlenmiş Türk-Ermeni sınırını tanımadığını açıkladı. Bu arada, Ermenistan Parlamentosu, 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi'nin 11. maddesindeki Türkiye'ye yönelik düşmanca ifadelere Ermenistan Anayasası'nda yer vermekte bir beis görmedi. Bildiri, Doğu Anadolu Bölgesi'ni Batı Ermenistan olarak niteleyerek bu topraklar üzerinde Ermenistan'ın hak iddiasını kaydediyor ve Türklerin Ermenilere soykırımı uyguladıklarının uluslararası alanda kabul edilmesinin sağlanmasını ulusal bir hedef olarak saptıyordu. Anayasa'nın 13. maddesinde de Türkiye'nin bir parçası olan Ağrı Dağı, Ermenistan'ın devlet arması olarak tanımlanıyordu. Haydat: Büyük Ermenistan'ı kurma ideolojisi Esasında, Ermenistan Anayasası'nda yer alan bu hedefler, Taşnaksutyun partisi tarafından geliştirilen ve bugün gerek Ermenistan gerekse diyaspora Ermenileri tarafından Ermeni ulusal ideolojisi olarak kabul edilen Haydat (Ermeni davası) doktrininin özünü yansıtıyor. Bu doktrinin odaklandığı iki hedefin birincisi; Doğu Anadolu'yu da kapsayan tarihi Ermeni topraklarının geri alınması ve "Büyük Ermenistan"ın kurulması; ikincisi de dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış Ermenilerin Büyük Ermenistan'a dönmelerinin sağlanmasıdır. Yunanlıların "Megalo İdea"sından pek farklı olmayan bu ırkçı ve yayılmacı ideolojiyi benimseyen Ermenistan ve diyaspora Ermenileri kendilerini Türklere karşı bir asırdır kesintisiz topyekun bir savaş içinde görmekte ve tüm varlık ve enerjilerini bu savaş için seferber etmektedirler. Taşnakların Ermenistan'ın Türkiye'ye yönelik politikasına egemen olmalarının yarattığı gerilim atmosferine ilaveten, Ermeni-Azeri savaşı sonucunda Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgal etmesi ve bir milyon Azeri'nin perişan mülteciler konumuna düşmesi, Ankara'nın Erivan'a yönelik barış ve işbirliği girişimini sekteye uğrattı. Bu durumda, Türkiye, Ermenistan'a sınır kapılarını 1993'te, hava sahasını ise 1994'te kapattı. AB ve ABD'nin Türkiye'ye baskıları Aradan geçen zaman zarfında Türk hükümetleri bu kısıtlamaları, ABD'nin ve AB'nin baskılarına karşı koyamayarak büyük ölçüde yumuşattılar. Ama bunu yeterli görmeyen Erivan, baskıları halen sürdürüyor. Nitekim, ABD Kongresi'nin Senato kanadına Hrant Dink'in öldürülmesini kınayan ve TCK'nın 301'inci maddesinin kaldırılması ile Türkiye'nin Ermenistan ile diplomatik, siyasi ve ticari ilişki kurmasını isteyen bir tasarı sunulmuş bulunuyor. Bu tasarının Temsilciler Meclisi'ndeki soykırım tasarısından önce Senato tarafından oylanıp kabul edilmesi bekleniyor. Bu suretle Hrant Dink cinayetini Ermeni lobisi ve arkasındaki Ermeni hükümeti gayet usturuplu bir şekilde kullanmış oluyor. Bilindiği üzere, Erivan'ın geleneksel hedefi, Türkiye'ye, hem soykırımı iddiasını kabul ettirmek, hem de ABD ve Avrupa Birliği'nin baskısıyla Ermenistan'la sınır kapılarını açtırmaktır. Türkiye ile ticari ve siyasi ilişki kurmak Erivan için büyük önem taşıyor, zira bu şekilde bir taraftan Türkiye üzerinden dünyayla bütünleşerek ekonomik sorunlarını kayda değer biçimde halletmek imkanını bulurken, Azerbaycan'ı da yalnızlığa ve moral çöküntüsüne iten şartları yaratmış olacaktır. Ermenistan'ın sergilediği tüm düşmanlığa rağmen, Türkiye halen Ermenistan'a hava koridorlarını açmış olup, ülkemize gelmek isteyen Ermenistan vatandaşlarına sınırda vize verdiği gibi, Erivan'dan İstanbul'a hemen hemen her gün uçak seferleri yapılmasına müsaade etmekte, 4 bin TIR Ermenistan'a Gürcistan üzerinden Türkiye'den gıda maddeleri taşımaktadır. Tüm bunlara ilaveten, 70 bin Ermenistan vatandaşının Türkiye'de kaçak işçi olarak çalışmasına göz yumulmaktadır. Ancak, bir taraftan soykırımı iddiasıyla Türk tarihini karalama girişimlerini sürdüren Ermenistan, öte yandan Türkiye ile ticari faaliyetlerin tamamen serbestleşmesini ve özellikle Türk sınır kapılarının açılmasını sağlamak amacıyla, Amerika'yı ve AB'yi kullanarak ülkemize baskı yaptırmaktadır. Nitekim, hiçbir AB Parlamentosu ve Komisyonu rapor ve kararı yoktur ki, içinde bu doğrultuda Türkiye'ye bir tavsiyede bulunulmasın... ABD Senatosu'ndan geçirilecek karar da bu amaca yöneliktir. İlginç olan, ne Senato ne de Temsilciler Meclisi'nden hiçbir üyenin, Ermeni lobisini irkilteceği endişesiyle, TBMM tarafından 13 Nisan 2005'te yapılan deklarasyonun öngördüğü ortak tarih komisyonu önerisinden söz etmemesidir. Anımsanacağı üzere, CHP'nin girişimiyle ana muhalefet ve iktidar partileri, 1915 olaylarına ilişkin tarihi gerçeklerin bilimsel araştırma yöntemiyle gün ışığına çıkarılması için Türk ve Ermeni tarihçilerden oluşan bir ortak komisyonun kurulmasını önermişler ve bu öneri TBMM'nin söz konusu deklarasyonu ile de teyit edilmişti. Eğer Ermenistan kendi tarihiyle yüzleşmekten korkmuyorsa ve iddialarının gerçek olduğuna inanıyorsa, iki ülke tarihçilerinin bir araya gelmelerine, arşiv araştırmasıyla geçerli belgelerin beraberce saptanmasına ve bu belgelerle ortak bir tarih değerlendirilmesinin yapılmasına itiraz etmemesi gerekir. Öte yandan ABD Kongresi üyeleri de, önyargısız ve iyi niyetle hareket etmek istiyor ve bölgesel barışa olduğu kadar dünya barışına da katkıda bulunmayı arzu ediyorlarsa, Türkiye'nin bu önerisine olumlu bakmaları ve kuvvetle desteklemeleri gerekir.
Erivan'a verilmesi gereken mesaj...
Gerçeği söylemek gerekirse, komşumuz iki milyon nüfuslu Ermenistan, boyuna posuna bakmadan Türkiye ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Ermenistan yöneticileri, Türkiye'ye karşı her türlü kötülüğü yapabileceklerini, Ermeni soykırımı iddiasını kullanarak Fransa'dan sonra şimdi de ABD ile ilişkilerimizin tam anlamıyla zehirlenmesini sağlayabileceklerini, bu arada dış baskılarla Türkiye'ye her istediklerini dayatabileceklerini ve Türkiye'nin acz içinde buna razı olacağını ve hiçbir karşılık vermeyeceğini hesaplıyorlar. Ankara'nın, Erivan'ın bu inancını kırması ve Türkiye'ye sıfır bedelli politika uygulayamayacağını anlatması gerekiyor. Ermenistan'ın, Türkiye'ye verdiği zararın, kendisine yarar değil zarar getireceğini anlamadan Amerika'daki lobisinin Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini durdurması kesinlikle söz konusu olamaz. Ayrıca, Türkiye'nin ortak tarih komisyonu önerisini de ciddiye almaz. Bu bakımdan, Erivan'a, ülkemizin çıkarlarına zarar veren faaliyetlerini durdurmadığı ve TBMM'nin önerisini kabul etmediği sürece, Türkiye'nin yaptırımlarına maruz kalacağı hususu hiçbir kuşkuya mahal vermeyecek şekilde anlatılmalıdır. Türkiye tarafından başvurulacak önlemlerin başında, uçak seferlerine ve Ermenistan'a gıda maddeleri ihracatına kısıtlamalar getirilmesi ve Türkiye'de kaçak olarak çalışan 70 bin Ermenistan vatandaşı işçinin kademeli olarak ülkelerine gönderilmesi gelmektedir. Deveciyan'ın yukarıda belirttiğimiz açıklamasına hak verdirecek bir irade zafiyeti sergilememiz halinde, bu tutumun Ankara'nın şamar oğlanı muamelesine layık olduğundan başka şekilde yorumlanması mümkün mü? Bu bakımdan, Ankara'nın gerçeklere gözünü kapatmayarak Erivan'a gerekli sinyalleri vermesini bekliyoruz.
Şükrü M. Elekdağ
CHP İstanbul Milletvekili / Emekli Büyükelçi
26 Mart 2007 - Zaman Gazetesi'ndeki makalesi.